Enterprise Next röportajlarımızda bu defa konuğumuz Premier DC Veri Merkezi’nde yönetim kurulu danışmanı olarak göreve başlayan Sadi Abalı oldu.
Türkiye’nin önde gelen BT şirketlerinde uzun yıllar genel müdürlük ve direktörlük görevlerini üstlenen Sadi Abalı, Premier DC Veri Merkezi’nde yönetim kurulu danışmanı olarak göreve başladı. Biz de Enterprsie Next olarak boş durmadık hem Sadi Abalı’nın yeni görevini hem de Türkiye veri merkezi sektörünü konuştuk.
Salgın dönemi Premier DC Veri Merkezi için nasıl geçti?
Premier DC Veri Merkezi İstanbul’da ve şehir içinde yer alan ve 2200 metrekarelik bir alanda kurulu bir veri merkezi ve her ne kadar olabildiğince otomasyonla işler yürümekteyse de çok sayıda çalışana sahip olan bir operasyonumuz var. Dolayısıyla salgın döneminde bütün şirketlerde olduğu gibi hem bizler açısından hem de müşterilerimiz açısından değişen çalışma koşullarına uyum sağlamak ve risk yönetimi bizim için ön plandaydı. Bu dönemde hem bizim operasyonlarda hem de veri merkezimizi kullanan müşterilerimizde çok şükür bir sorun yaşamadık. Bazı ekipler evden çalışmaya geçti ve bazı ekipleri de veri merkezine değişimli olarak getirmek suretiyle riski yönettik. Bu dönemde bizim için en önemli kazanımlardan birisi de Premier DC Veri Merkezi’nin kendi dijitalleşmesine ve ürün yelpazesine ayrılan zaman ve yatırım oldu. Premier DC veri merkez ve Sh online hizmet altyapılarının büyük çoğunluğunun iş akışı, müşteri takibi ve finans muhasebe uygulamalarıyla entegrasyonunu tamamladık. Bu sayede online satın alınan bir sunucu hizmeti veya bir sanal sunucu hizmetinin çok ısa sürelerde aktive edilip müşterimizin kullanımına sunulması mümkün oldu ve bu konuda kapsamı genişletme çalışmalarımız büyük bir süratle ilerliyor, hedefimiz fırsattan aktivasyona kadar tüm süreçlerin dijital olarak ve kullanıcıların yönetiminde olduğu bir dijital veri merkezi operasyonuna ulaşmak ve bu sayede Premier DC Veri Merkezi’ni ve Sh Online’ı yeni çözüm ve hizmetleri çok hızlı bir şekilde portföyüne alabilen ve sadece yurt içine değil artık yurt dışına da hizmet satabilen ve bu alanda büyüyen bir hizmet fabrikası haline getirmek. Bu kapsamda pandemi döneminde çalışmalarını tamamlayıp 1 Ocak 2021’den itibaren hizmete sunduğumuz Openstack-KVM sanallaştırma platformundan bahsetmek isterim. Aslında bunu basın önünde ilk defa telaffuz ettiğimize göre bu konuşmamız bir ön lansman gibi de değerlendirebiliriz. Openstack ve KVM dünyada hem şirketler hem de küresel dev hizmet sağlayıcıların kullandığı açık kaynak koduna dayal ı bir sanallaştırma yönetim ve sanallaştırma platformu. Önceleri daha az kritik uygulamalar için tercih edilen bu platform son 3-4 yılda çok hızlı bir gelişme gösterdi ve artık güvenli tercih olarak bilinen diğer platformlarla yarışmaya başladı ve birçok hususta da öne geçti ve geleceğin sanallaştırma platformu olarak görülmeye başlandı. Biz bunu yapmakla hizmet verdiğimiz sanallaştırma platformu sayısını üçe çıkarmış olduk. Openstack’e ek olarak VMware Vcloud ve Onapp-KVM tabanlı hizmet platformlarımız da var. Openstack’in esnekliği, rekabetçi maliyet avantajı ve sağladığı Object storage, Multi-region özellikleriyle ve gerçek kullandığın kadar öde seçenekleriyle işletmelerin dijitalleşmesine hız verecek bir çözüm olacağına inanıyoruz. Birkaç ay içerisinde devreye alacağımız Dockerswarm ve Kubernetes yönetimli container, Container as a Service hizmetleriyle de işletmeler yeni maliyet ve ölçekleme avantajları getirmiş olacağız ve işletmelerin değişen ihtiyaçlara daha hızlı cevap verebilmesi için de yeni imkanlar sağlamış olacağız. Kubernetes ve Docker hizmetlerini eğer talep olursa daha hızlı da devreye alabilecek durumda olduğumuzu ve şirketlerin bizimle irtibata geçmeleri durumunda planlamamızı birlikte yapabileceğimizi belirtmek isterim.
Şirketin salgın sonrası gelecek planlarında neler var?
Salgın sırasında aslında hem Türkiye’de hem de dünyada şirketler hazırlıksız yakalandı. Bir kısmı hızlı hareket edip işlerini devam ettirebilecekleri çözümleri üretebildiler. Biz işletmeler gerekirse tek tek kapılarını çalıp neden kendi sistem odalarını ya da veri merkezlerini terk edip bilgi teknolojisi alt yapılarını ve uygulamalarını veri merkezlerine taşımaları gerektiğini ve bunu yaptıklarında her yerden her şeye erişebilme, güvenlik, sürdürülebilirlik açısından elde edecekleri kazanımları anlatacağız ve bu saydığım konularda şirketlerin zihnini açacak, karar vermelerini hızlandıracak çözümleri ve hizmetleri sunmak için büyük bir çaba içerisinde olacağız.
Türkiye veri merkezi kapasiteleri anlamında yeterli bir ülke mi?
Türkiye’de ticari veri merkezi diyebileceğimiz, banka ve kamu kuruluşlarının dışındaki veri merkezlerinin toplam alanı 2015 yılında Telkoder tarafından yayınlanan raporda 12 bin m2 olarak belirtilmişti. Bu raporda yer alan bazı veri merkezleri devreden çıkarken bazı veri merkezleri de eklendi. Eklenen veri merkezleriyle bu rakamın yaklaşık olarak üç katından fazla bir büyüklüğe eriştiğini yaklaşık 40 bin m2 olduğunu söyleyebiliriz. Doğal olarak bu alanın tamamı tefriş edilmemiş olabilir. Yani kullanıma alındıkça yapılabilecek bazı yatırımlar sonraya bırakılmış olabilir. Ek olarak bankaların ve belediyeler dahil kamu kuruluşlarının veri merkezileriyle, Telkoder’in raporunda yer alan rakam olan 70 bin m2 alanın bugün 100 bin metrekarenin üzerinde bir rakama ulaştığını söyleyebiliriz. Doluluk açısından elimde bir rakam yok ama ticari olan toplam tahmin 40 bin metrekarelik alanın en çok yüzde elli oranında dolu olduğunu tahmin ediyorum. Burada da şöyle bir ayırım yapmakta fayda olabilir. Bu alanın çok büyük çoğunluğu İstanbul’da ve boş alanlar çok büyük oranda şehir merkezinden uzak olan büyük ölçekli veri merkezlerinde. Bir başka deyişle şehir içinde boş veri merkezi alanı bulmak o kadar kolay değil. Ek olarak, İstanbul dışındaki illerde iş sürekliliği amacıyla yedek bir veri merkezi aradığınızda yine kapasite konusunda sıkıntı olduğu görülüyor. Ankara ve İzmir’de ticari ve üst düzey veri merkezi seçenekleri çok az.
Sorunuza tekrar dönecek olursak metrekare ve boş kapasite olarak bakıldığında ve de bulut teknolojilerinin ve yönetilen hizmetlerin gelişimini de resme kattığımızda uzun bir süre yetecek kadar hazır kapasite var fakat bu kapasitelerin dağılımları konusunda sorun var. Ankara ve diğer Anadolu illerinde, özellikle iklim ve insan kaynağı açısından uygun olan illerde ticari veri merkezlerine yatırım yapılması gerektiğini söyleyebilirim. Ek olarak kamu ve finans sektörünün artık ticari veri merkezlerine daha yakın durmalarının zamanının geldiğini düşünüyorum. Önümüzdeki yıllarda bu konuda bazı adımlar atılabileceğini söyleyebiliriz. PCI/DSS gibi belli standartların sağlandığı veri merkezlerinde ve bazı paylaşımlı ortamlarda BDDK, GİB gibi denetleyici ve düzenleyici kuruluşların kontrolündeki sektörlerdeki finansal uygulamaların işletilmesine verilen izinlerin bu konuda yeni açılımların öncüsü olduğunu düşünüyorum.
Özetle İstanbul’da an itibarıyla önümüzdeki 4, 5 senelik süre için yeterli kapasiteye sahip olduğumuzu düşünüyorum. İstanbul dışındaki illerde üst düzey veri merkezlerinin sayılarının artmasına öncelik vermek daha doğru olacak. Bunları söylerken henüz çok kapsamlı bir şekilde ele alınmamış olan bir konu ek olarak, 5G teknolojileriyle çok yakında gündemimize gelecek olan sınır bilişime veya kenar bilişime hizmet verecek İstanbul dahil olmak üzere şehir içi ve daha küçük ölçekli çok sayıda ve 40 -50 kabinlik veri merkezi ihtiyacının ne şekilde karşılanacağı konusuna kafa yormak gerekiyor.
Türkiye’nin verisi Türkiye’de kalsın diyoruz ama biz dahil birçok yerli içerik üreticisi yurtdışından hizmet almayı tercih ediyor. Türkiye’yi bu anlamda cazibe merkezi haline getirmek için neler yapılması gerekiyor?
Aslında veri merkezi veya bulut altyapı kapasite kullanımlarının içerik sunumundan çok öte olduğunu ve en yüksek kapasite kullanımının işletmelerin kendi IT’leri için yaptıkları kullanımlarda olduğunu söylemek lazım. Yani, yerli şirketlerin kendi iş akışları için kullandıkları altyapılar büyük çoğunlukla Türkiye’deki veri merkezlerinde barındırılmaktadır. Hatta yabancı şirketlerin birçoğu için de bu geçerlidir, özellikle de kişisel verilerin söz konusu olduğu uygulamalarda ve altyapılarda zaten şu anda çok özel durumlar dışında veriler Türkiye’de barındırılmak zorunda. Bunun aksini yapmakta olan şirketler ise çok büyük risk almaktadır. Web hosting ve benzeri göz önünde olan uygulamalar yanlış bir algıya yol açıyor olabilir. Fakat veri merkezlerine olan ihtiyaç hızla artıyor ve aslında asıl büyüme de Software as a Service ya da Platform as a Service gibi alanlarda oluyor ve bu tür uygulama ya da platformlara baktığımızda bunların büyük kurumsal yapılara hitap edenlerinin hiçbirinin Türkiye’de barındırılmadığını görüyoruz.
Bu noktada hem devlete hem veri merkezi hizmet sağlayıcılarına hem de işletmelere düşen sorumluluklar var.
Daha önce de değindiğim gibi veri merkezleri sağladıkları hizmetleri çok iyi tanımlanmış, online olarak satın alınabilen, kullandığın kadar ödemeye dayalı esnek olarak faturalandırılan, kullanıcıların dilediğinde kapasiteyi artırıp azaltabildiği, hatta bunu belirli bir zaman planına göre ya da uygulamalar içerisinde yapabildiği geniş kapsamlı bir hizmet portföyünü sunmak için azami bir çaba içerisinde olmaları ve bunun için de gerekirse şirketlerine ek finansman kaynakları bulmak için de çaba göstermeleri gerekir. Bu hizmet portföyü de yine hepsi ya da çoğu otomasyon üzerinde aktive edilebilmek kaydıyla fiziksel sunucuları, sanal sunucuları, Docker-Kubernetes gibi yeni nesil platformları, uzaktan çalışma verimliliğini artıracak hizmetleri ve tamamlayıcı birçok yönetilen hizmetleri içermeli. Daha bitmedi ayrıca yeni nesil veri tabanları, Devops gibi ya da Mobil uygulama geliştirme platformları gibi platformları da kapsam içerisinde düşünmek gerekir. Devam ediyorum. Tüm bunlara ek olarak global hizmet sağlayıcıların da resme dahil edildiği çözümleri de sağlayabilir durumda olmaları gerekir. Çeşitli sebeplerle bunla da ihtiyaç duyulacaktır. Ne demek istediğimi daha iyi anlamak isteyenler Rackspace, AWS, Alibaba gibi genel hizmet sunan hizmet sağlayıcıların portföylerine bakıp kendilerine bunlara benzer bir ürün yelpazesi için bir yol haritası seçebilirler.
Peki bunları yaptık ve çok da güzel işlettik artık işletmeler bütün ihtiyaçları için yerli veri merkezlerini mi tercih edecek? Tabii ki böyle olmayacak. Peki Avrupa ve Amerika bizden Pazar payı alırken biz buna seyirci mi kalacağız? Eğer kalırsak, burada Pazar biraz daha büyüdüğünde global devler Türkiye’de de yatırım yapıp pazardan daha fazla pay almaya başlayacaklardır.
Türk veri merkezi işletmecilerinin buna karşı durabilmek için yapmaları gereken, artık daha büyük düşünmeleri, mutlaka ve mutlaka bir global büyüme planına sahip olmaları ve bunu çok planlı bir şekilde yürütmeleridir. Bunun için de marka yönetimi, pazarlama, müşteri deneyimi yönetimi gibi hususlara ciddi olarak yatırım yapmaları gerekmektedir.
Bu alanda devlete de düşen sorumluluklar var ve burada Telkoder’in yaptığı çalışma sonuçlarından bazılarına değinmek isterim. Bu vesileyle bu çalışmaya sürekli destek veren sevgili Telkoder Başkanımız Halil Nadi Teberci ve Çalışmada öncü rol alan Sevgili İlyas Turgut’a da teşekkür etmek isterim.
Bu öneriler veri merkezi işletmeciliğinin tanımlı olması ve bu sayada gereksiz mailve hukuki sorumluluklardan veri merkezlerinin kurtarılması, veri merkezleri konusunda yol almış birçok ülkede olduğu gibi elektrik enerjisi maliyetlerinde, telekomünikasyon altyapılarında ve vergisel açılardan avantajlar sağlanması gibi öneriler yer almakta. Ayrıca biliyorsunuz 24 ilimiz bu konuda cazibe merkezi olarak belirlendi ve sınırlı da olsa bazı teşvikler öngörüldü. Fakat bu teşvikler 24 ille sınırlandığı gibi 5 bin metrekare beyaz alan gibi bir alt sınır getirildi. 5 Bin metrekare aslında hızla sanal ortamlara taşınan bilişim teknolojisi kaynaklarını düşündüğümüzde bu yatırımların da nispeten daha az gelişmiş illerde olduğunu düşündüğümüzde oldukça yüksek bir alt sınır. Telkoder’in önerilerinde bu teşviklerin ülke geneline yayılması ve 5 bin metrekare sınırının kaldırılması da yer alıyor. Dileyenler dernek sitesinden tüm önerilere ulaşabilirler.
Peki bu konuda işletmeler düşen sorumluluklar nedir? İşletmeler de bütün iş akışlarını yönettikleri altyapıların ve verilerin yurt dışında olmasının getirdiği dezavantajları ve riskleri daha iyi değerlendirmeli ve ciddi ve vizyonu olan yerli girişimlere daha fazla şans verme konusunda istekli en azından taleplerini beklentilerini iletmek ve olabilirliğini birlikte değerlendirmek suretiyle onları yönlendirici ve teşvik edici olmalılar.
Sadi Abalı ile gerçekleştirdiğimiz sohbeti aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.