Çağımızın yeni iletişim dili emoji, tıpkı beyaz bir duvara çizilen eğlenceli grafitiler gibi yazışmalara yeni renkler getiriyor. Küçücük, renkli semboller satırlar dolusu kelimenin ifade etmekte zorlanacağı sevgi, sempati, öfke, şüphe gibi duyguları tek bir dokunuşla aktarabilen mucizevi birer tercümana dönüşüyor. Bazıları bunu gençlerin yeni eğlencesi olarak görse de, acaba emojilerle çok daha büyük bir keşfin, dünyanın her yerinde aynı anlama gelen ve herkesin doğuştan konuşmaya hazır olduğu evrensel bir dilin ilk adımını atmış olabilir miyiz?
1995 yılında henüz cep telefonları yeni yeni piyasaya çıkmaya başlamışken, Japonya’da özellikle gençler arasında sadece metin mesajları alıp göndermeye yarayan çağrı cihazları son derece yaygın olarak kullanılıyordu. Bir gün Japon Telekom operatörü NTT Docomo, küçük bir jest yaparak gençler için tasarladığı çağrı cihazlarına normal harflerin yanında bir de kalp simgesi eklemeye karar verdi. Böylece her gün atılan milyonlarca mesajı biraz daha renklendirmeyi umuyordu.
Bugün olsa mesajlara eklenebilecek küçük bir kalp simgesinin yeni bir özellik gibi sunulması size tuhaf gelir. Ama o gün öyle olmadı. Gençler bu simgeye bayıldı, çılgınlar gibi kullanmaya başladılar. Öyle ki, bu küçücük hamlenin getirdiği popülerlikle NTT Docomo’nun o dönemdeki cihaz pazarı payı yüzde 40’a kadar yükseldi.
Ama ardından şirket büyük bir hata yaptı: Yeni nesil cihazlarına biraz daha iş odaklı bir hava kazandırmak ve latin alfabesi desteği gibi yeni özelliklere yer açmak bahanesiyle kalp simgesini ortadan kaldırıverdi. Şirketin kullanıcı tabanında önemli bir yer tutan gençler bu hatayı affetmedi. Kendilerini NTT Docomo’ya bağlayan en önemli özelliklerden biri ellerinden alınınca, rakip şirket Tokyo Telemessage tarafına doğru bir akın başladı.
Küçücük bir kalp sayesinde müşterileriyle arasında kurduğu gönül bağını verdiği yanlış bir kararla koparıp atan NTT Docomo’nun, bir an önce bu duruma çözüm bulması gerekiyordu.
Sanal Kalp Kırıldığında…
Bu durum, şirket çalışanlarından Shigetaka Kurita’nın aklında uzun süredir dönüp duran bir fikrin yeniden canlanmasına neden oldu. Kurita’nın düşüncesi şuydu: Yüz yüze iletişimde mimiklerimizi ortaya koyarak karşımızdaki kişiye duygu ve düşüncelerimizi uygun şekilde aktarabiliyoruz. Telefonda konuşurken ses tonumuzdaki değişimler yine benzer bir etki yaratıyor. Hatta uzun uzun yazabileceğiniz ortamlarda, yine diğer iletişim yöntemlerindeki kadar zengin olmasa da duygularımızı bir şekilde ifade etme şansımız var.
Peki, özellikle internetin ve dijital çağın beraberinde getirdiği kısa mesaj ve benzeri iletişim platformlarında, bunun yerini dolduracak bir şeyler olamaz mı?
Aslında başınızı yana eğip baktığınızda farklı ifadelere sahip yüzleri çağrıştıran “:)” veya “:O” benzeri ifadeler, 80’lerin başlarından beri duyguları aktarmaya yarayan birer araç olarak yazışma dilinde yer alıyor (bunlara genel olarak emoticon deniyor). Ama Kurita’nın aklında başka bir şey vardı: İnsana özgü duyguların ve tepkilerin görsel olarak ifade edildiği, kısa yazışmalarda kullanıma uygun özel bir karakter seti yaratmak istiyordu.
Neticede kalp işe yaradıysa, gülen yüz ve diğerleri de işe yarayabilirdi.
Kurita, başlangıç için farklı duygu ve durumlara karşılık gelen 176 tane simge belirleyerek bunları 12×12 piksellik bir matris üzerinde çizmeye başladı. Böylece emojinin ilk tohumları atılmış oldu.
1999 yılında başlayan bu süreç, devamında belli başlı adımları izleyerek bugüne kadar geldi. 2005 yılında farklı operatörlerin kullandığı emojilerin eşlenmesine yönelik ilk adımlar atıldı. 2010 yılında karakterlerin evrensel standartlarını belirleyen Unicode Konsorsiyumu emojiyi karakter setlerine eklemeye başladı. 2011 yılında çıkan iOS’un 5. sürümü ile Apple’ın mobil cihazlarında emojiler herkesin kullanımına açıldı.
Tüm bu adımların sonucu olarak, bugün sosyal medyadan akıllı telefonlara kadar her yerde emojilerle karşılaşmaya başladık. Gülen yüzler, sevimli kediler, onaylayan parmaklar, alkış tutan eller, dans eden figürler ve daha neler neler…
Peki, ne oldu da bu küçük semboller bu kadar hızlı bir şekilde hayatımıza giriverdi? Bunları bu kadar hızla kabullenmemizi sağlayan şey neydi?
Beyni Yeniden Programlamanın Yolu: İki Nokta Bir Parantez 🙂
İnterneti şöyle bir karıştırırsanız, özellikle de doğduğu andan itibaren bilgisayarlarla iç içe olan neslin konuşma yerine mesajlaşma tarafına doğru ciddi bir eğilimi olduğunu görürsünüz. Belli bir yaşa geldiyseniz ve şu ara ilk gençliğini yaşayan çocuklarınızın, torunlarınızın sizi bir türlü aramamasından yakınıyorsanız bilin ki bunun önemli bir sebebini de bu mesajlaşma alışkanlığı oluşturuyor.
Kısa yazışmaları ve kısa mesajları konuşmaların önünde tutan bir nesil, gönderdiği mesajların daha kişisel olmasını ve anlam kazanmasını sağlayacak pratik yöntemlere büyük ilgi duyuyor. Birkaç küçük simge yardımıyla satırlar dolusu yazıyla ifade etmekte zorlanacağınız duygu ve düşünceleri anında karşı tarafa iletebilmenizi sağlayan emojiler, yeni nesil tarafından kendilerine altın tabak içinde sunulmuş değerli bir fırsat gibi algılanıyor.
İşin ilginç tarafı, yapılan araştırmalar yıllar boyunca yazışma dilinde karşımıza çıkan ve yüzü andıran bu ifadelerin beynimizde de bir takım değişikliklere neden olduğuna işaret ediyor. 2014’ün Şubat ayında Avustralya’daki Flinders Üniversitesi’nden Dr. Owen Churches ve ekibinin Social Neuroscience dergisinde yayınlanan araştırması, yazışmalarda sıkça yer alan “:)” ve “:(” gibi ifadelerin doğrudan beynin yüz ifadelerini algılamaya ve tepki vermeye yönelik bölgelerini harekete geçirdiğini ortaya koyuyordu (bit.ly/emoticonstudy). Bunun “kültürel yoldan edinilmiş nörolojik tepki” gibi havalı bir ismi de var.
Emojiler, gerçekten de mesaj dilinde vurgulamak istediğiniz anlamı güçlendiren bir görev üstleniyor. Satırlar dolusu kelimenin ifade etmekte zorlanacağı sevgi, sempati, öfke, şüphe gibi duyguları bir anda karşımızdakine aktarmamıza yardımcı oluyor. Mesaja eklenen bir gülücük, bir anda samimiyeti ve iyi niyeti pekiştiren bir sembole dönüşebiliyor. Yaptığınız açıklamanın yanına eklenen bir dudak bükme sembolü, mevcut durumdan pek de memnun olmadığınızı bir anda anlatımın duygusal bir parçası haline getiriveriyor.
İletişimi Zenginleştirici mi Yoksa Kısıtlayıcı mı?
Emoji çağımızın yeni iletişim dili. Tıpkı beyaz bir duvara çizilen renkli grafitiler gibi yazışmalara yeni renkler getiriyor. İnternet üzerinde bu konuda yapılmış bir yorumda şöyle güzel bir cümleye rastlamıştım: “Birileri elinize 300 tane küçük resim tutuşturuyor ve bir anda kelime hazneniz ikiye katlanıyor.”
Yapılan araştırmalar, emoji kullanımının kısa zamanda ne kadar yaygınlaştığını doğrular nitelikte. 2010 yılında popüler fotoğraf paylaşım servisi Instagram’a yapılan girişlerde ve yorumlarda emoji kullanımı yüzde 10 civarındayken, geçtiğimiz yıl bu oran yüzde 50’nin üzerine çıkmıştı. LoL (Laughing Out Loud – kahkahalarla gülmek), OMG (Oh My God – aman tanrım) gibi bir zamanların popüler internet kısaltmaları da emoji kullanımının artmasıyla birlikte belirgin bir gerileme eğiliminde.
Peki ama bunlar gerçekten de ifade zenginliği ve iletişim anlamında pozitif bir gelişimin belirtisi mi? Yoksa tersi bir durum söz konusu olabilir mi?
Bu konuya eleştirel yaklaşanlar, dil engelini ortadan kaldırmak üzere tasarlanan bu küçük paketlerin ana dilde ifade zenginliğine yönelik becerileri kısıtlayabileceğine dikkat çekiyor. Yukarıda alıntıladığım cümlenin karşıtını savunan bir başka görüş şöyle diyor: “Emoji, iletişimde olanaklarınızı sınırlayan bir Lego setine benziyor. Dilin hayatımıza kattığı sınırsız ifade olanağına ihtiyaç duymasaydık, bugün zaten hiyeroglif kullanmaya devam ediyor olurduk.”
Farklı Semboller, Farklı Kültürler
Bir diğer konu da, emojide yer alan bazı simgelerin tıpkı beden dilinde olduğu gibi farklı kültürler tarafından farklı şekilde algılanması riski. Örneğin elinizi yumruk yaparak başparmağınızı havaya kaldırdığınız ünlü “beğenme” işaretiyle birçok Orta Doğu ülkesinde sağlam bir dayak yiyebilirsiniz. İngiltere’de ve İrlanda’da garsona sipariş verirken, bir şeyden iki tane istediğinizi belli etmek üzere işaret ve orta parmağınızı kaldırarak “V” sembolünü avuç içiniz kendinize dönük halde yapacak olursanız da yine vay halinize…
İşte bu nedenle, uluslararası karakter setlerinde standardizasyonu sağlayan ve 2010 yılından beri emojileri de karakter setinin bir parçası haline getiren Unicode Konsorsiyumu, bu işi bir düzene koymak üzere kolları sıvadı. Yapmaya çalıştıkları şey sadece farklı kültürlerde hakaret çağrıştıran emojilerin doğru anlamlandırılmasından veya uygun karşılıklara dönüştürülmesinden ibaret değil. Yüzlerce emoji arasında kullanıcıların anlamının ne olduğunu bilmediği, dolayısıyla herkesin kendi kafasına göre anlam çıkardığı pek çok örnek bulunuyor.
Mesela daire şeklinde dönen yıldız parlak bir fikrinizin olduğunu mu, yoksa başınızın döndüğünü mü anlatıyor? İki elini size doğru uzatmış bir figür yakınlığın mı, yoksa ötelemenin mi belirtisi? İşte günlük ihtiyaçlar ve kültürel gelişim eşliğinde sürekli evrilen bir sembol dizininde, tüm bunları netleştirilmesine de ihtiyaç var.
İşyerinde Emoji Kullanmalı mı?
Yazılı iletişim zaten zaman zaman resmi ve yanlış anlamalara meyilli olabiliyorken, iş odaklı yazışmalarda bu durum iyice göze batmaya başlıyor. Bu da o hassas soruyu akla getiriyor: İş odaklı yazışmalara emoticon veya emoji ekleyecek olursak acaba büyük bir hata yapmış olur muyuz?
Yeni neslin çalışma hayatında daha çok temsil edilmeye başlaması, bu konuda eskiye kıyasla bir gevşemeyi de beraberinde getirdi. Buna bağlı olarak da bir zamanlar “fazlasıyla genç ve tecrübesiz” çalışanların işareti olarak kabul edilen emojiler ve emoticonlar, iş dünyasında yavaş yavaş kabul görmeye başladı. Örneğin ABD’de çalışanların yüzde 76’sı iş yazışmalarında bu sembolleri kullandıklarını belirtmiş. En çok kullanılan ifade de gülen yüz. Neden? Çünkü iş odaklı yazışmalarda en büyük sıkıntı, mesajın belli bir tonu olmadığında okuyan kişilerin mesajı olumsuz tarafa çekmeye daha çok eğilimli olması. Belli ki ilk işleri bu algıyla mücadele etmek olmuş.
İskandinavya’da e-postalar üzerinde yapılan bir diğer araştırma da, iş odaklı yazışmalarda yer alan ifadelerin duyguları aktarmaktan öte, yazılan şeyin hangi yönde anlaşılması gerektiğine dair bir kılavuz olarak kullanıldığını ortaya koyuyor. Araştırmaya göre yazışmalarda emoji tarzı semboller kullanmanın genelde üç amacı oluyor: Pozitif duyguları güçlendirmek, yapılan bir şakanın şaka olduğunun özellikle altını çizmek ve azarlama olarak algılanabilecek tespit ve eleştirilerde tonu yumuşatmak.
Tabii her şeye rağmen en azından iletişim kurduğunuz kişiyi yeterince ölçüp tartmadan emoji kullanımı konusunda fazla rahat davranmamakta fayda var. Örneğin aranızda ne kadar samimiyet olursa olsun, belli bir seviyenin üzerindeki üst yöneticilerle olan iletişiminizde bunları asla kullanmamanız tavsiye ediliyor. Nasıl ki genel müdürünüzle bir restoranda yemek yerken ölçüyü elden bırakmaz ve asla samimi iş arkadaşlarınızla birlikteymiş gibi davranmazsınız, yazışmalarınızda da bu kurala dikkat edin diyorlar. Müşterilerle olan yazışmalarda da belli bir iletişim seviyesine gelmeden, diğer bir deyimle ilk gülen yüzü müşteri size göndermeden ifade kullanmanızı önermiyorlar.
Bu konuda yapılabilecek en büyük hata ise, iş ortamında her daim en nefret edilen şeylerden biri olan alaycılığa kaçmak. Tek bir e-postayla ilişkilerin geri döndürülemez bir şekilde bozulabildiği profesyonel ortamda, kullanılan emojilerin farklı kişiler tarafından farklı yorumlanabileceğini de hesaba katarsak, biraz daha tedbirli olmak gerekiyor.
Ortak Bir Küresel Dilin İlk Adımlarına mı Şahit Oluyoruz?
Hoşunuza gitsin veya gitmesin, emoji artık çağdaş kültürün ayrılmaz bir parçası. Her yerde karşımıza çıkıyor, beynimiz bile artık bunları gördüğünde ne hissetmesi gerektiğini biliyor. Bundan neredeyse 30 yıl önce, okuldayken yazdığım bir kompozisyonda kurduğum cümlede hayal kırıklığını daha güçlü ifade etmek üzere yılan gövdesi gibi kıvrılmış bir ünlem işareti kullanma ihtiyacı hissettiğimi hatırlıyorum. Emoji yazım diline hep eksikliğini duyduğumuz, ama bir türlü dile getiremediğimiz yepyeni noktalama işaretleri ekliyor.
Üstelik tüm dünya bunlara bayılıyor. 2009 yılında Fred Benenson, Kickstarter üzerinden başlattığı ve 35 bin dolar toplamayı başardığı projesiyle ABD’li yazar Herman Melville’nin ünlü kitabı Moby Dick’i tamamen emoji diline çevirerek “Emoji Dick” adıyla yeniden bastırdı. 2013 yılında Amerikan Kongre Kütüphanesi’ne kabul edilen kitap, resmi bir kütüphanede yer alan emoji dilinde yazılmış ilk kitap oldu. NBA oyuncusu Mike Scott’un kolu emoji dövmeleriyle dolu. Beyonce, dükkânında emoji sembolleriyle işlenmiş kıyafetler satıyor. Katy Perry’nin Roar isimli parçasına emoji eşliğinde çektiği alternatif klip YouTube’da 87 milyon kişi tarafından izlendi.
Emoji bugüne dek başka hiçbir dilin yapamadığı bir şekilde, evrensel bir iletişim aracına dönüşüyor.
Tüm bunlar bana 2012 yılında bir etkinlik için Türkiye’ye gelen ünlü fizikçi Michio Kaku ile yaptığım sohbeti hatırlattı.
Kaku sohbetimiz sırasında Kardashev’in uygarlık sınıflandırmasından bahsetmiş, büyük ihtimalle önümüzdeki 100 yıl içinde bizim de Tip 1 uygarlığa dönüşeceğimizi söylemişti. Bu dönüşümün getireceği toplumsal bütünleşme eşliğinde “herkesin yerel kültürünün yanı sıra bir de gezegen kültürü, kendi diliyle birlikte bir de baskın dili olacak” demişti Kaku.
Belki de ortak gezegen kültürünü oluşturacak bu baskın dil, öngörülenin aksine İngilizcenin veya başka bir dilin yaygınlaşmasından ibaret değildir. Belki de bu alanda ilk doğru adımı emoji ile attık. Yıllarca devam eden bir öğrenme süreci yerine neredeyse içgüdüsel olarak kavranabilecek kadar kolay, her kültürde aynı etkiyi oluşturabilecek kadar evrensel bir ortak dilin ilk tohumu olabilir emoji.
İlginç bir şekilde, on binlerce yıl öncesinin mağara resimlerinden, binlerce yıl öncesinin hiyerogliflerinden evrilerek geldiğimiz bir noktada tekrar o günlere doğru bir dönüş yaşıyoruz. Herkesin bundan memnun olduğunu söylemek mümkün değil. Kimisi bunun binlerce yıldır adım adım zenginleşen yazı diline ve ifade zenginliğine balta vuracağını düşünüyor. Yine de ne olursa olsun, yeni bir dilin doğuşunu izlemek ender yaşanabilecek bir deneyim.
Üstelik elimizde hâlâ emojinin yaratıcısı Shigetaka Kurita’nın net olarak cevaplayamadığı bir soru var: Hoşlandığınız kişi size mesaj içinde kalp işareti gönderiyorsa, bu gerçekten onun da sizden hoşlandığı anlamına mı geliyor?