Bilişimin Çevreci Hali: Green IT ve Türkiye’deki Şirketlere Etkisi

Yeşil Bilişim (Green IT, Green Computing) kavramı, bilişim teknolojilerinin tasarımından üretimine, dağıtımına, son kullanımına ve hatta kullanım ömrü kalmayan cihazların ortadan kaldırılmasına kadar geçen sürede çevresel ve sürdürülebilir bir yaklaşım benimsenmesini ifade eder.

Yazan: Av. Altuğ Özgün ve Stj. Av. Dila Küçükal YZTD Hukuk Komitesi, Ekim 2021

İnsan faaliyetleri sonucunda karbon emisyonlarının dramatik bir biçimde artmaya devam etmesi ve bu durumun dünyadaki sıcaklıkların yükselmesine neden olması birbirini tetikleyen, can ve mal güvenliğini tehdit eden felaketler zinciri yaratmaktadır1. Bu nedenle yeşil bilişim yaklaşımına, dünyadaki iklim krizinin kaçınılmaz bir sonucu olarak, kitlesel bir dönüşüm arzusuyla ihtiyaç duyulmaktadır. Söz konusu kötüye gidişatı durdurmak için bireysel çabaların yetersiz kalacağı da aşikâr olduğundan, dünya çapında tüm gözler şirketlere ve onların bu konuda geçirmeleri gereken dönüşümlere çevrilmiştir.

Geleceğimiz bakımından kaygı verici olan bu dönemde bilişim teknolojilerinin hem bir ürün hem de bir hizmet olarak çoğu sektörde yoğun ve kalıcı bir şekilde yer edinmesi ekonomik ve operasyonel faydalar sağlasa da bu süreçlerin baştan sona gözden geçirilmesi öncelikli hale gelmiştir. Bir ürünün kendisi teknolojik olabileceği gibi, teknolojik olmayan bir ürünün üretim süreçlerinde bilişim sistemleri kullanılıyor olabilir. Aynı hususun hizmetler için de geçerli olduğu göz önünde bulundurulduğunda gerçekleştirilmesi gereken dönüşümün büyüklüğü daha net anlaşılacaktır.

Gelişimi

Bugün “mecbur kalınan” bir yaklaşım olarak benimsenen yeşil bilişim köklerini 1992 yılının Amerika Birleşik Devletleri’nde bulmuştur. O sene, ABD Çevre Koruma Ajansı çevre dostu ve enerji verimliliği olan teknolojik ürünler için Energy Star isimli bir etiketleme programı başlatmış ve bu ilk adım dünyada diğer etiketleme programlarının gelişmesine öncülük etmiştir. Bu programların somut çıktıları geçmişten günümüze başarılarını sürdürmektedir, örneğin cihazlarda yer alan uyku modlarının tüketici tarafından da benimsenmesi bu sayede sağlanmıştır ve enerji dostu ürünlerin satılması ve üretilmesinde teşvik unsuru oluşturulmuştur. Yeşil dönüşüm zaman içerisinde sivil toplum örgütlerinin ve akademi dünyasının sıkı çalışmaları sonucunda önemini devletlere ve özel sektöre kanıtlamıştır -nitekim dünyadaki insan nüfusu son 50 yılda sadece iki katına çıkmışken, elektronik cihazların tüketimi aynı zaman zarfında altı kat artmıştır. Öyle ki bu konuda tüketicinin ve iş ortaklarının çevreyi koruyan bir biçimde değişen tavrı, yeşil dönüşümün bir pazarlama stratejisi olarak kullanılmasına dahi imkan sağlamıştır.

Neden Gerekli?

Doğadaki dengenin günden güne yıpranması ve bozulmasının yanında, tüm canlıların sağlığını tehdit eden bir kriz ortamında doğru ve etik olanı yapma gerekliliği, yeşil dönüşümü tercih etmek için halihazırda yeterli bir sebeptir. Bunun yanında Birleşmiş Milletler İklim Hareketi’nin verilerine bakıldığında, gelişmekte olan ekonomilerde iklim değişikliğine uyum sağlamanın maliyetinin 2030 yılına kadar 300 milyar dolara kadar çıkabileceği görülse de, çevreci dayanıklılığa ve yeşil dönüşüme yatırım yapmanın, iklim krizi esnasında gerçekleşen afetlere müdahale maliyetlerini en az yarı yarıya azaltabileceği de ortadadır. Ayrıca süreçlerin çevreci dönüşümü, sanılanın aksine, 2030 yılına kadar kaybedilebilecek 6 milyondan çok daha fazla olan 24 milyon yeni istihdam yaratacaktır. Üstelik devletlerin ve şirketlerin atacağı herkes için objektif olarak faydalı olan bu adımlar, diğer dürüst yaklaşımları da beraberinde getirmektedir. Örneğin, yine Birleşmiş Milletler İklim Hareketi’nin verilerine göre, yenilenebilir ve çevreci işler, cinsiyet eşitliği açısından daha dengeli ve kapsayıcı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kapsamında Neler Var?

Yeşil bilişim, çevre için tehlikeli maddelerin kullanımını azaltmayı, ürünün kullanım ömrü boyunca enerji verimliliğini sağlamayı, kullanılmayan ürünlerin ve fabrika atıklarının geri dönüştürülebilirliğini veya biyolojik olarak yok edilebilirliğini mümkün olduğunca en üst düzeyde tutmayı amaçlamaktadır. Amaçlarına yönelik olarak temelde çevre dostu, akıllı enerji kullanımına sahip teknolojiler üretmek ve geliştirmek, kapasiteyi daha verimli kılmak adına gerek duyulmayan unsurların çıkarılması ile etkin uygulama anlayışını benimsemek gibi üretim ve hizmet sağlama süreçleri yaratılmaktadır.

Yeşil bilişim üreticiyi, üreticinin paydaşlarını ve son tüketiciye kadar geniş bir yelpazeyi etkileyebileceğinden, şirketlerin bu konuda atacağı adımlar son kullanıcı memnuniyetini, yönetimin yeniden yapılandırılmasını, mevzuata uyumu ve yatırım getirisini de kapsamalıdır. Bu doğrultuda şirketlerin en büyük katkısı ürün ve hizmetlerinin yaşam süresinin uzunluğunu sağlayacak tasarımlar ve teknolojiler geliştirmek yoluyla olacaktır. Yerleşik algının aksine, bu yöntemin kullanılması şirkete zarar değil, kâr getirebilecek bir durumdur. Şirketlerin ürettiği herhangi bir teknolojik ürün veya hizmet olmasa dahi, sadece işyerinde kullanılan bilişim sistemlerinin ömürlerini uzatarak yeşil bir dönüşüme katkı sağlamaları mümkündür.

Veri merkezlerine sahip veya bu merkezlerden yararlanan şirketlerin de yapabileceği önemli değişiklikler bulunmaktadır. Veri merkezleri yüklü miktarda enerji tüketen yapılardır. Elbette, çoğu süreç için dijitalleşme çevreci bir adım olarak gözükebilir, ancak dijitalleşme sürecinin kendisinin de çevreci bakış açısıyla yönetilmesi gerekmektedir. Bunun için Amerikan Enerji Bakanlığı tarafından hazırlanan iyi uygulama rehberleri takip edilebilir. Nitekim Bakanlık, bilgi teknolojisi sistemleri, çevre koşulları, havalandırma yönetimi, soğutma sistemleri ve elektriksel sistemler olarak veri merkezlerinde enerji ve verimliliği yükseltmek için çalışılması gereken öncelikli alan belirlemiştir5.

Dijital olanın çevreci olduğuna dair yanılsamayı kıran en önemli örneklerden biri de kripto varlıkların ve kripto varlıklara ilişkin madencilik faaliyetlerinin çevreye etkisidir. Özellikle adem-i merkeziyetçilik, ücretsiz erişim, regülasyonlardan uzaklık ve anonimlik vaatleriyle sükse yapan ve değeri gittikçe artan Bitcoin’in; harcadığı enerji, kullandığı çok sayıda donanım ve e-atık nedeniyle çevreci bir anlayıştan uzak geliştiğini söylemek mümkündür. Bitcoin dünya çapında “madenciler” tarafından işletilen bir bilgisayar ağı sayesinde üretilmektedir, madenciler ise bu emeklerinin karşılığında işlem yapılan Bitcoin’lerden küçük paylar elde etmektedir. Bitcoin’in günden güne değerinin artması ve Elon Musk gibi önemli figürlerin bu konuda yaptığı açıklamalar, onun tercih edilen bir ağ olarak ve madenciler için ise güvenilir bir gelir kapısı olarak görülmeye başlanmasına neden olmuş, çekiciliğini artırmıştır. Sonuç olarak Bitcoin ağı artık birçok ülkenin tükettiği enerjiden çok daha fazla enerji tüketir hale gelmiştir. Verilerle desteklemek gerekirse, Digiconomist’in Bitcoin Enerji Tüketim Endeksi’ne göre, Bitcoin’in çevre üzerinde o kadar büyük bir etkisi vardır ki (118.9TWh/yıl), Hollanda (117,1 TWh/yıl) veya Pakistan’ın (125.9TWh/yıl) enerji tüketimiyle karşılaştırılabilir haldedir. Cambridge Üniversitesi’nin Cambridge Bitcoin Elektrik Tüketim Endeksi’ne göre ise, Bitcoin’in çevre üzerindeki kötü etkisi yılda 133,68 TWh elektrik tüketimi olarak ortaya çıkıyor. Bu, Bitcoin’in enerji tüketimini İsveç (131.80TWh/yıl), Polonya (152.57TWh/yıl), Mısır (150.58TWh/yıl), Malezya (147.21TWh/yıl), Ukrayna (128.81TWh/yıl) veya Arjantin (125.03TWh/yıl) gibi ülkelerin tüketimine benzer kılmaktadır. Ek olarak, Digiconomist’e göre, tek bir Bitcoin işleminin ortalama olarak 549,74 kgCO2 karbon ayak izine sahip olduğu ve bunun, Youtube’da 91.624 saatlik bir izlenmeye eşdeğer olduğu tespit edilmiştir. VISA gibi başka bir ödeme sistemiyle karşılaştırıldığında ise tek başına bir Bitcoin işlemi ortalama 1200,86 kWh harcarken, 100.000 VISA işlemi sadece 148,63 kWh harcamaktadır. Harcanan enerjinin büyüklüğünü daha iyi düşünebilmek adına bir Bitcoin işleminin, elektrik enerjisi açısından, ortalama bir ABD hanesinin 39.67 gün üzerindeki güç tüketimine eşdeğer olduğu yahut Bitcoin ağı tarafından bir yılda tüketilen elektrik miktarının Birleşik Krallık’ta 30 yıl boyunca su kaynatmak için kullanılan tüm elektrikli çaydanlıklara güç sağlayabileceği söylenebilir6. Ayrıca çevre için yalnızca harcanan enerjinin miktarı değil kullanılan enerjinin türü de önemlidir. Özellikle Bitcoin ağında kullanılan enerjinin çoğu – yaklaşık yüzde 65’i – kömür bazlı tesislere veya hidroelektriğe dayanan, ucuz ve az vergilendirilen bölgelerde (öncelikle Çin’de) bulunmaktadır. Sonuç olarak Bitcoin’in çevresel etkilerinin yenilenebilir enerji ile düzeltilemeyeceği görüldüğünden Bitcoin’i sürdürülebilirlik perspektifinden savunmak zordur. Bu noktada ortak çabamız enerji tüketimimizi azaltmak (sadece daha yeşil kaynaklarla değiştirmek değil) olmalıdır. Bu durum, aynı zamanda gereksiz enerji harcamalarından kaçınmak anlamına gelir. Ayrıca, Bitcoin dışında daha etik odaklı, çok fazla bilgi işlem gücü ve enerjisi harcamayan, hisse kanıtı mekanizmasını kullanan başka alternatif kripto para birimlerinin kullanılması da mümkündür.

Son olarak, yazılım algoritmalarının tasarımının dahi çevreci olması mümkündür. Çevreci bir yazılım algoritması kullanmayı seçerek, onu çalıştıracak donanımın çok daha az enerji tüketmesi ve bu sayede de soğutma için gereken enerjiyi minimumda tutması mümkündür. Ayrıca süreçlerin mümkün olduğunca sanallaştırılması, bunu yaparken mümkün olduğunca tek bir sunucudan (server) ortak çalışmalar yürütülmesi, toplantıların olabildiğince telekonferans yoluyla gerçekleştirilmesi, geri dönüşümün güçlendirilmesi, güç kaynakları tercihinde çevreci sertifikaları olan kaynakların tercih edilmesi enerji ve verimlilik adına büyük katkılar oluşturabilecektir. Özellikle veri depolama sistemlerinin, video kartlarının, bulut bilişim sistemlerinin ve monitörlerin tasarımlarında malzeme seçiminden pazarlama stratejisine kadar olan süreçte ve hatta ürünün yok edilmesi gereken evrede dahi yeşil bir anlayış benimsemek, yeşil bilişim dönüşümü için vazgeçilmez adımlardır.

Türkiye’deki Şirketlere Etkisi

Gelişmekte olan bir ekonomi olarak bugün Türkiye’nin atacağı çevreci adımlar, önümüzdeki çağda ne denli güçlü duracağının belirleyicisi olacaktır. Gelecekte karşılaşılabilecek krizlere göğüs gerebilmek ve daha sağlıklı günlere sahip çıkabilmek için yapılan girişimler sadece devlet organları tarafından değil, tüm paydaşlarca gerçekleştirilmelidir. Dolayısıyla yeşil bilişim, özellikle büyük ölçekli şirketlerin uyum sağlaması gereken yeni bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. İdeal bir uyum süreci Bilgi Teknolojisi Sistem Yöneticileri (Örn. IT yöneticisi) yönetiminde ve fakat muhakkak Etik ve Uyum Yöneticilerinin kılavuzluğunda gerçekleştirilmelidir. Zira her yeni uyum süreci beraberinde yeni riskler getirme potansiyeline sahiptir, buna göre bu risklerin haritası çıkarılmalı ve gerçekleşen dönüşümden şirketin zarar görmesi engellenmelidir.

Ayrıca şirketler geçirdikleri dönüşümü göstermeli, bu konuda olabildiğince şeffaf davranmalıdır. Öncelikle, bir toplumda yaşayan bireylerin o toplumda faaliyet gösteren şirketler hakkında bilgi edinme hakları vardır, hele çevre gibi toplumsal ilgi düzeyi yüksek olan bir alanda şirketlerin şeffaf olmaması kamuoyunda itibarının kolayca zedelenmesine neden olabilir. Ek olarak söz konusu şeffaf davranışın sektördeki diğer paydaşları da yeşil bilişim hakkında teşvik edebileceği unutulmamalıdır. Bu sayede şirketler izlenebilir, hesap verilebilir hale gelerek itibarını yönetebilecektir. Örneğin Greenpeace, 2010’dan bu yana, çeşitli ülkelerdeki önde gelen teknoloji şirketlerinin kullandığı enerjinin ne kadar temiz olduğunu değerlendirerek A’dan (en iyi) F’ye (en kötü) kadar değişen bir derecelendirme listesi tutmaktadır.

Yeşil bilişime uyum sürecinin bir etkisi de tedarik zincirlerinde görülebilir. Yeşil dönüşüm geçirmiş bir şirketin üçüncü taraflar ile yapacağı sözleşmelere bu konuda uyum maddeleri getirmesi yerinde olacaktır ve bu husus gün geçtikçe uygulamada kendine yer edinmektedir. Fakat bu durum ekonomik bir riski de beraberinde getirir, özellikle Türkiye’nin konumu göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’de kurulu şirketlerin dünyadaki tedarik sektöründeki yerinin ne denli önemli olduğu açıkça görülmektedir. Ne var ki sözleşmelerde ve devlet politikalarında kendine yer bulmaya başlayan yeşil bilişime uyum için geç kalındığı takdirde ciddi ekonomik kayıplar yaşanabilecektir. Zira Avrupa Birliği Komisyonu, 2019-2024 arası için belirlediği stratejiler arasında Yeşil Mutabakat ve Dijital Çağa Uygun Bir Avrupa olarak iki temel öncelik saymış ve bu projelere devasa büyüklükte kaynak ve bütçe ayırmıştır9. Söz konusu kaynaklar AB’nin modern, kaynakları verimli kullanan bir ekonomi haline gelerek iklim açısından nötr ilk kıta olma ve insanları yeni nesil teknolojilerle güçlendirme hedeflerine yönelik harcanacaktır. Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak, özel sektörde köklü değişiklikler beklenmektedir ve yürürlüğe girecek regülasyonlar AB şirketlerinin çalışma ortaklarının ve tedarikçilerinin de belirli bir çevreci standardı benimseyen şirketler olması koşulunu aramaktadır. Türk hukuku bakımından bu denli kapsamlı bir mevzuat olmasa da ekonomik gereklilikler nedeniyle AB mevzuatını yakından takip etmek ve uyum sağlamak bu nedenle önem arz edecektir.

Son olarak, yeşil bilişim dönüşümünde bazı hizmetlerin dışarıdan alınması makul görülebilir, ancak bu hususun farklı uyum risklerini de beraberinde getirebileceği akıldan çıkarılmamalıdır.

Sonuç

Yeşil Bilişim amaçlarının niteliği gereği bir tercih olmanın ötesinde, hem devlet politikaları hem de özel sektörde yer alan paydaşlar için bir öncelik ve zorunluluk meselesi haline gelmiştir. 1990’lardan beri atılan çevreci bilişim adımlarının sıklığı dünyanın içinde bulunduğu iklim krizini gidermek için yeterli gelmemiş ve bugün bu adımların hem sık büyük hem de daha ileri atılması gerekliliği doğmuştur. Yeşil bir bilişim anlayışıyla sürdürülebilir ekonomik sistemlerin yeniden inşası kaçınılmaz oluğundan şirketler yeni uyum süreçleriyle baş başa kalacaklardır. Bu nedenle hem yakın coğrafyaların mevzuat ve uygulamalarını yakından takip etmek hem de dünyaya zarar vermeme ilkesini bir kurum kültürü haline getirmek gerekmektedir.

Etiketler: