Görünen o ki şartlar ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın, hayal kurma yetisini kaybetmeyenler için hayal, yaşama üstün gelebiliyor. Asıl kaygı veren ise, bizden sonraki nesillerin bu yetiyi nasıl muhafaza edecekleri. Berna Yalaz‘ın yazısı.
Yaşadığımız çağı birçok farklı şekilde isimlendirebiliriz. Dijital çağ, sanal ilişkiler çağı ya da mülteci çağı. Hepsi toplumsal bir dönüşüme işaret eder. Canımız her istediğinde, hali hazırda bir siber saldırı yüzünden sistemler de çökmemişse, sanal aleme iltica ederek orada saatler geçiririz. Teknolojinin hayatımıza daha neler getireceğini merak ederiz.
Öte yandan, ikinci dünya savaşından bu yana ilk kez 50 milyonu aşarak, dünya genelinde 65,3 milyona ulaşan bir mülteci hareketi, kitlesel bir göç ile de karşı karşıyayız. Bu insanlar eğer bir ülke kursalardı, dünyanın 21. büyük ülkesi olacaklardı. Üstelik, mülteci kamplarındaki kişi sayısının 2050 yılında 1 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor.
İnanmak zor geliyor değil mi? Oysa bir mülteci kampında tam üç nesildir yaşayan insanlar için bu rakamlar birer tahmin ya da istatistik olmaktan çok daha fazlası.
Bu nedenle günümüzde kitlelerin ve sınırların hareketini takip etmek giderek zorlaşıyor. Sınırlar, neyin nerede doğru ve neyin yersiz olduğunu saptar. Yer değiştirenler ya da sınırları aşanlar dikkat çeker. Toplumun mültecilere karşı bakışı da aslında biraz böyledir: “Yerlerinde değiller!”
Diller Arasında Gezinen Düşünceler Dünyayı Değiştiriyor
Bauman’a göre mülteciler yer değiştirmezler, yeryüzündeki yerlerini yitirirler. Onlar hiçbir yere, Auge’nin “yer-olmayan”ına, Garreau’nun “hiç-şehir”lerine, Foucault’nun “Deliler Gemisi”ne fırlatılıp atılırlar. İçinde zamanın durduğu bir boşluğa asılıdırlar. Ne yerleşmişlerdir ne hareket halindedirler; ne yerleşiktirler ne göçebe. Evinden, ülkesinden sürgün edilen çok sayıda insan bilinmeze doğru yola çıkar.
Oysa insan, doğası gereği mekanla bir bağ kurar. Tanıdık mekanlarda, tanıdık yüzler görmek ister.
Peki mülteci olmak hayal kurmanın önünde engel midir? Yerinden olmak, yabancı olmak, aynı zamanda düşünceleri çevreleyen bir hapishaneye düşmek gibi mi?
Görünen o ki, şartlar ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın, hayal kurma yetisini kaybetmeyenler için hayal, yaşama üstün gelebiliyor.
Mülteci olmanın, evini kaybetmiş olmanın tüm zorluklarına rağmen bilim, sanat, felsefe ve edebiyat alanında sıra dışı başarılara imza atmış çok sayıda mülteci görürüz. Kendisi de bir mülteci olarak yaşamış olan Edward Said’e göre çağdaş batı kültürü büyük ölçüde sürgünlerin, göçmenlerin, mültecilerin ürünüdür. Amerikan akademik, entellektüel ve estetik düşüncesi bugünkü haline faşizmden, komünizmden ve baskıya, muhalifleri kovmaya dayalı diğer rejimlerden kaçan mülteciler sayesinde gelmiştir. Bunun için her ikisi de birer mülteci olan Albert Einstein ve Steve Jobs’ın yaşadıkları yüzyıla olan etkilerini düşünmek bile yeterlidir.
Adorno, başyapıtı Minima Moralia’yı sürgündeyken yazmıştır. Eleştirmen Steiner, Batı edebiyatının Beckett, Nabokov, Pound gibi sürgünler tarafından üretildiğini söyler. Bunlar egzantrik, zamansız ve evrenseldir. Çünkü bir dile yerleşmek yerine, diller arasında gezerler.
Dijital Yerlileri Hayal Dünyasına Geri Çağırmak
Tüm bu yaşamların ve eserlerin arkasındaki itici güç neydi bilemeyiz. Farklı kültürler ve diller arasında var olmak, mekandan ve dilden uzakta üretmek gibi birçok etken vardır. Ama belki de en önemli sebep düşlemekten, hayal kurmaktan hiç vazgeçmemeleri.
Bachelard, hayal kurmanın yaşamaktan hep daha ulu olacağını söylemiştir. Düşlemenin, düşünceye ve gerçeğe üstünlüğünü anlatır. Çağdaş zaman öğretisinin tersine, çocuğun sıkılarak geçirdiği saatlerin olması, saf ve nedensiz sıkıntıların diyalektiğini tanıması iyidir, sağlıklıdır der.
Çocukların kurduğu düşlerdeki ayrıcalıklı derinliklerden bahseder. Yalnızlığını gerçekten ele geçirmiş olan çocuk mutludur. Sıkıntı odakları, yalnızlık odakları, kurulan düşlerin odakları bir araya gelerek çocuğun düşsel evini oluşturur. Bu ev ona hem bir sığınak verir, hem de mücadele gücü aşılar.
Görünen o ki, şartlar ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın, hayal kurma yetisini kaybetmeyenler için hayal, yaşama üstün gelebiliyor.
Asıl kaygı veren ise, bizden sonraki nesillerin bu yetiyi nasıl muhafaza edecekleri. İnternetle, bilgisayar oyunlarıyla, cep telefonlarıyla sürekli meşgul olan yeni nesiller, sanal alemden hayal alemine nasıl geri gelecekler? Her yeni hayal ile dünyalarını yenileme yetilerini nasıl ellerinde tutacaklar?
Özellikle de dijital yerliler için bu oldukça zor olacağa benziyor.
Kaynaklar:
Kış Ruhu, Edward W. Said
Akışkan Gözetim, Zygmunt Bauman & David Lyon
Mekanın Poetikası, Gaston Bachelard
BM verileri, http://www.unhcr.org/576408cd7
Z. Bauman’ın Mülteciler konulu videosu, https://www.youtube.com/watch?v=7WB3wDUyzyY
Berna Yalaz Hakkında
İlk ve ortaokulu Sinop’ta, liseyi Eskişehir Fatih Fen Lisesi’nde tamamladıktan sonra, 1997 yılında ODTÜ Endüstri Mühendisliği’nden mezun oldu. 1997-2014 yılları arasında Philips’te Marka ve Kurumsal İletişim Direktörü olarak çalıştı. 2014’ten bu yana Kültürel Çalışmalar ve Medya Çalışmaları alanında yüksek lisans ve doktora çalışmalarını sürdürmektedir. Berna Yalaz, Kemal Sayar birlikte internet çağında ilişkilerin değişimini inceleyen “Sanal Aşk” kitabının da yazarlarındandır.