“Dijital olmadan Yeşil de yok”: Dijital teknolojiler, iklim değişikliği ile mücadelede kilit bir rol oynayabilir. Peki bu uygulamada ne anlama geliyor?
Yazan: Nokia Avrupa Kıdemli Başkan Yardımcısı Jan van Tetering
Uluslararası İklim Değişikliği Paneli’nin hazırladığı en son rapor tam da Dünya Mobil Kongresi (MWC) günlerinde yayınlandı. Raporda iklim değişikliğinin insanlar üzerindeki “yaygın ve her an hissedilen” etkisinin yanı sıra doğal dünya üzerindeki etkisinden de bahsediliyor. Son sekiz yıl, kayıtlara göre en sıcak yıllar. Sıcaklık, aralarında gittikçe daha sık ve daha yoğun olarak karşılaşılan ısı dalgaları, kuraklıklar, orman yangınları, fırtınalar ve sellerin de yer aldığı etkiler nedeniyle sanayi öncesi yıllara göre 1,1 derece daha yukarıda. Yaşanmakta olan değişiklik de geçmişte hiç olmadığı kadar hızlı yaşanıyor. Bu değişikliğin sebebi de iyi biliniyor: insanların faaliyetleri atmosfere çok büyük miktarlarda karbondiyoksit ve diğer sera gazlarını yayıyor ve her ne kadar günümüzde yenilenebilir enerjilere daha fazla yatırım yapıyor olsak da kullanılmakta olan enerjinin yaklaşık yüzde 80’i hala fosil yakıtlardan elde ediliyor. Bu da karı karşıya olduğumuz zorluğun ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Basitçe ifade etmek gerekirse, atmosfere çok fazla CO2 ve diğer sera gazlarını yayıyoruz ve bu nedenle de ya değişmeliyiz ya da bir noktada kaçınılmaz hale gelen sonuçları gittikçe daha da fazla artan oranda hissetmeliyiz.
Teknolojinin yeşil potansiyeli muazzam
İklim değişikliğinin üstesinden gelebilmenin tek bir gerçek çözümü var: teknoloji. Örneğin, güneş enerjisini ele alalım. Uluslararası Enerji Ajansı’nın geçtiğimiz 20 yılda güneş enerjisinde istikrarlı bir artış tahminine rağmen yaşadığımız teknolojik ilerlemeler tahminlerin çok daha ötesinde üssel nitelikte bir büyüme yaşanmasını sağlamıştır. Güneş enerjisi, son on yılda maliyetlerinde yaşanan yüzde 89’luk düşüş ile en pahalı yenilenebilir enerji kaynağından en ucuz kaynak halini almıştır. Benzer şekilde rüzgar enerjisinin maliyeti de yaklaşık yüzde 70 azalarak doğru koşullarda yeni teknolojilerin inanılmaz bir biçimde hızlıca nasıl benimsenebileceğini göstermiştir.
Ancak bu enerjiyi üretme teknolojisi tek başına yeterli değildir. MWC’de dijital olmadan yeşil olmayacağının üzerinde durduk ve bu da mükemmel bir örnek. Yenilenebilir enerji teknolojisinin hızla benimsenmesine rağmen bu teknoloji henüz tüm potansiyeline ulaşabilmiş değil. Yenilenebilir enerji üretiminin etkinliğini en verimli hale getirene dek iklim değişikliği ile mücadele için gereken çalışmalarda eksiklik yaşamaya devam edeceğiz.
Katalizör olarak bağlanabilirlik
Bağlanabilirliğin önemli bir rol oynadığı yer burası. Güç şebekelerinin mücadele ettiği en büyük güçlüklerden biri, sistemin tamamını dengede tutma çabası. Dengeden kastımız ise enerjiye yönelik talebin ve enerji üretiminin birbiriyle eşleşmesi gerektiği, aksi takdirde sistem istikrarsız bir hal alabiliyor. Bu durum enerji şebekeleri için her zaman önemli bir güçlük olmuştur, ancak güneş ve rüzgar enerjisi ile ilişkili değişkenleri hesaba kattığımızda bu zorluk daha da kritik bir hal alıyor. İşte tam da burada güçlü, yüksek hızlı ve gerçek zamanlı bir iletişim ağına sahip olmanın önemi ortaya çıkıyor.
Güç şebekesinin basit sağlayıcıdan tüketici modeline ve standart şebekeden akıllı şebekeye evrilmesi gerekiyor. Elektrik tüketen her bir cihazın sistemde aktif ve akıllı bir düğüm haline geldiği, oldukça karmaşık ve dağıtık bir şebekeye geçilmesiyle verimliliğin artacağı muazzam bir fırsat ortaya çıkıyor. Güç şebekelerine bağlanabilirlik unsurunu entegre ederek enerjiye ihtiyaç duyan ve ardından bu enerjiyi de düşük maliyetle ve doğru zamanda sunabilen tamamen dijitalleşmiş ve yapay zeka ile yönetilen şebekeler yaratabiliriz. Bu da Talep Tarafındaki Yanıt’ı kullanarak enerji tüketimlerini planlayabilen işletmeler için maliyetlerinden tasarruf anlamına gelecektir. Tüketiciler daha düşük faturalar ve CO2 içermeyen ve güvenilir bir enerji kaynağından faydalanırken, daha da önemlisi, tüm dünya da fosil yakıtlara daha az muhtaç bir hale gelecektir.
Güzel fikir – peki işe yarar mı?
Basitçe ifade etmek gerekirse fazlasıyla işe yarar, hatta şu anda tüm dünyada işe yaradığını da görüyoruz. Viyana’daki Siemens yerleşkesini ele alalım. Bu yerleşkede güvenli bir 5G yerleşke ağı ile bütünleşik bir yerel enerji ağı (mikro şebeke) bulunuyor. Bu ağda birbirleriyle gerçek zamanlı olarak iletişim halinde bulunan ve kullanımı en verimli hale getirerek şebekeye ne kadar enerji verildiğini otomatik olarak kontrol eden 34 farklı cihazdan elde edilen yaklaşık 1.000 veri noktası var. Sistem tek başına yılda 200 ton CO2 tasarruf edilmesine yardımcı oluyor ve bunu dünyanın dört bir yanındaki 14 milyon sanayi tesisine uyguladığımızı düşünürsek bu yaklaşım ile CO2 emisyonları üzerinde muazzam bir olumlu etki elde edebiliriz.
Şimdi de enerji üretimi tarafına bakalım. Belçikalı şebeke operatörü Citymesh, Kuzey Denizi’nde 530 kilometrekarelik bir alanda 572 türbin işletmekte ve bir milyon ev için enerji üretmektedir. Bu türbinler beş yıl öncekilere kıyasla yaklaşık iki kat daha büyük bir boyuta sahip olduklarından kurulum ve bakım çalışmaları da daha karmaşıktır. Citymesh içinse bu güçlüğün çözümü bağlanılabilirlikte yatıyor. Bir iletişim ağı kurmak suretiyle enerji üretimini anlamalarına ve sezgisel bakıma imkan sağlamalarına yardımcı olacak şekilde verilere anında erişebiliyorlar. Bu sayede de verimlilik artarken güç üretiminin maliyetleri de düşüyor.
Sürdürülebilirliği arttırmak için bağlanılabilirlikten faydalanma yaklaşımı enerji alanındaki kullanım örnekleriyle sınırlı değil. Hamburg’daki Lufthansa Technik’de motor parçalarının yüksek çözünürlüklü canlı video yayınları, yerleşkedeki 5G şebeke aracılığıyla bakım hangarından gerçek zamanlı olarak doğrudan müşterilere iletilebiliyor. Uçak motorları bakım sırasında sökülmekte ve her bir parçanın da uzmanlar tarafından muayene edilmesi gerekmektedir. Bugüne dek müşterilerin parçaları teknisyenlerle birlikte muayene etmek ve onarımları görüşmek amacıyla bu “masa muayenesi” için Hamburg’a seyahat etmeleri gerekiyordu. Ancak yüksek güvenilirliğe ve yüksek iletim hızlarına sahip endüstriyel sınıftaki 5G şebekesi sayesinde bu süreci uzaktan yürütmek de artık mümkün ve bu sayede de karbon ayak izi önemli ölçüde azalırken karbon emisyonunun yoğun olduğu bir sektörde sürdürülebilirlik arttırılabiliyor.
Bu örnekler, gelecekte nelerin mümkün olabildiğine dair sadece birer ipucu. Günümüzde dünya ekonomisinin sadece %30’u dijital. Kalan %70’lik kısma dijital bir katman ekleme olasılığı, sadece daha yapılacak çok şey olduğunu göstermekle kalmıyor, aynı zamanda gezegen üzerindeki etkimizi azaltmak için de yapılabilecek birçok şey olduğunu gösteriyor.
Etkiyi tahmin etme
Yaşayacaklarımızı etkilemek için dijitalin nasıl kullanılabileceğine baktık, şimdi de dijitalin ilerlememize nasıl yardımcı olabileceğini görelim. Dijital ikizle bugünü anlamamızı ve geleceği tahmin etmemizi sağlamak üzere tasarlanmıştır. İklim değişikliği ile mücadelede cephaneliğimizde yer alan oldukça önemli bir araçtır. Halihazırda sektörde kullanılıyorken bilgili kararlar verebilmek için de fiziksel ve dijital dünyaları oldukça gerçekçi simülasyonlar ve senaryo analizleriyle bir araya getirmektedirler. Kararların zamanın ötesindeki etkilerini görmemize ve en sürdürülebilir seçimleri mümkün olan en kısa sürede yapabilmemize imkan sağlamaktadırlar. Şehirlerin ve ülkelerin tamamının dijital ikizlerini oluşturmak suretiyle iklim değişikliğinin ormanlar ve kutup buzulları üzerindeki etkilerini gerçek zamanlı olarak görebileceğiz. Bu da CO2 emisyonlarının sonuçlarını daha verimli bir şekilde analiz etmemize imkan sağlayacak ve ayrıca gezegenimiz için en iyi seçimleri yapmamıza yardımcı olmak üzere nelerin değişeceğini öğrenmek için büyük alanlardaki enerji, ulaşım ve kamu hizmeti altyapılarını eşleştirebilecek ve senaryoları modelleyebileceğiz.
İşbirliği anahtardır
Dijitalin, sürdürülebilirliği tüm potansiyeline eriştirebilmesini temin etmek için telekomünikasyon sektörünün üç temel şeye ihtiyacı vardır. Bunlardan ilki radyo frekansı spektrumudur. Dijitalleşmeyi ve bununla ilişkili sürdürülebilirliği tüm sektörde yönlendirmek için gereken kapasite muazzam olup bunun için de spektruma ihtiyacımız bulunmaktadır. Sektörün, endüstrilerin daha fazla bağlantı kurup daha az karbondiyoksit yaymalarını sağlamak için düşük, orta, yüksek ve ultra yüksek frekans bantlarında, özellikle de mobil geniş bantta yayınlanacak ve düşük maliyetli yeni spektruma ihtiyacı vardır.
Gereken ikinci temel şey net sıfıra erişmektir, bunda da temel faktör, piyasa güçlerimizi mobilize edebilme yetkinliğimiz olacaktır. Yeşil dönüşümü gerçekleştirmek için gereken yatırımı, hükümetlerin ve vergi mükelleflerinin tek başına karşılaması mümkün değildir ve bunun yerine farklı bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Piyasa güçlerinin mobilize edilmesine iyi bir örnek, Avrupa’nın 2008’den 2016’ya dek yaklaşık 1 milyon ton emisyondan kurtulmasını sağlayan, oldukça basit ve etkili bir sistem olan AB’nin emisyon ticaret düzenidir.
Ve son olarak da şirketlerin doğru olanı yapması ve teknolojiyi iyi bir amaçla kullanılan bir güç haline getirmesi gerekmektedir. Kulağa idealistik gelse de iklim krizinin gidişatını değiştirmek için bu uygulama elzemdir. Örneğin Nokia, 2025’den itibaren sadece yenilenebilir enerji kullanmayı taahhüt etmiştir ancak ihtiyaç duyulan şey sadece ‘sözler’ değildir, yaptığımız her şeyin merkezinde ‘doğru olanın’ bulunması da gerekir. Daha az enerjiyle daha çok şey yapan ürünlerin geliştirilmesi, örneğin ağlarda yapay zekanın kullanılması, sabit geniş bantlar için günümüzde harcanan enerjinin sadece yarısını kullanan gelişmiş yonga setlerinin kullanılması, bu yolda başarıya ulaşmanın anahtarıdır. Benzer şekilde hücresel baz istasyonlarının soğutulmasına yönelik yaklaşımın değişmesi, hava yerine sıvı kullanılması, baz istasyonunun CO2 emisyonunu yüzde 80 kadar azaltabilmektedir. Her bir işletmenin bu yaklaşımı benimsemesi halinde iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için gereken etkiye erişilebilir.
Dijital olmadan yeşil de yok
Dijital ağ teknolojilerinin, telekomünikasyon sektörünün sadece kendi emisyonlarını değil, müşterilerinin emisyonlarını da muazzam bir şekilde azaltmak için önemli bir fırsat sunduğunu açıkça görebiliyoruz. Bugüne dek dünya çapındaki ICT yatırımlarının yaklaşık v70’i, halihazırda dijital olarak nitelendirilen bilgisayar, iletişim ağları ve medya gibi sektörlere gitmiş duruma. Şimdi ise iklim değişikliği ile mücadelemize yardımcı olması için bu dijitalleşmeyi bir sonraki seviyeye çıkartmak üzere bu ağları kullanmamız gerekiyor. Dünyanın geleneksel sektörlerini de ciddi bir şekilde dijitalleştirmeye başlamalı ve bizleri ileri taşıyacak bu teknolojileri kullanmalıyız. Bu durum sektörde çalışanların omuzlarına önemli bir sorumluluk yüklüyor olsa da bu da üstlenmemiz gereken bir sorumluluk.